Sadık Çelik yazdı: Afganistan mı Mısır mı: Yeni Suriye’ye hangi model

“`html

10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü: Suriye ve İnsan Hakları İhlalleri

Bugün, 10 Aralık, Dünya İnsan Hakları Günü. İnsan haklarının evrensellik ilkesiyle tanınmasının üzerinden birçok yıl geçmesine rağmen, Suriye’deki gelişmeler, bu değerlerin ne kadar kırılgan olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Orta Doğu’nun çalkantılı coğrafyasında, insan hakları ihlalleri ağır bedellere neden olmaya devam ederken, adalet ve özgürlük arayışları yine insana verilen önemin sorgulanmasını zorunlu kılıyor.

Suriye’de yaşanan çalkantılar, ülkenin haritasının yeniden şekillendiğini gösteriyor. Şam, düşerken Esad rejiminin çöküşünü dünya genelinde izleyenlerin gözleri önünde gerçekleştirildi. Bu olay, belki de tarihin en trajik çöküşlerinden biri olarak kayıtlara geçti.

36 Ayrı Örgüt ve Fraksiyonlar

Güçlü bir yönetim yapısının önemini hatırlatan bu gelişmeler, diğer ülkeler için önemli dersler içeriyor. Esad rejiminin çöküşü, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün “kuvvetli bir ordu ve sağlam bir devlet yapısı” vizyonunu yeniden gündeme getiriyor. Bu durum karşısında “iyi ki” demekten başka bir şey kalmıyor.

Esad rejiminin düşmesiyle oluşan boşluk, daha karmaşık bir durumu beraberinde getirdi. Muhalif grupların başını Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) çekiyor ve bu gruplar arasında tam 36 farklı örgüt yer alıyor.

***

Orta Doğu’nun, aydınlık ve karanlığın sürekli mücadelesine tanıklık etmesi, bu coğrafyada eğitimin ve özgürlüğün hep ihmal edilmesi, halkların dönüşümünün önünde büyük bir engel teşkil etti. Düşük okuryazarlık oranları ve feodal yapılar, bu toplumu derin bir karanlığa sürükledi. Suriye’nin yaşadığı çöküş sadece coğrafi değil, aynı zamanda tarihsel ve siyasi bir sonuçtur.

Atatürk, Anadolu’yu karanlıktan kurtarıp, halkına Latin alfabesini sunarak eğitime hız kazandırdı. Ancak Suriye, bu dönüşümleri gerçekleştiremeyerek, halkını mevcut durumuyle baş başa bıraktı. Arapça’nın zorluğuna rağmen, Baas rejiminin halkı aydınlatma gibi bir hedefi bulunmuyordu. Baba Esad, halkının bilincini açmak yerine onu kontrol altına almayı tercih etti. Feodal düzen ve inançların egemen olduğu bu toplum, köklü değişimlere direndi.

Esad’ın Yükselişi ve Sadece Hayal Olan Reformlar

Beşşar Esad, tıp eğitimi aldığı yılların ardından 1994 yılında Suriye’ye dönerek, babasının ölümünden sonra “liberalizmi öncelikle güçlendireceğim” vaadiyle iktidara geldi. Ancak, devraldığı otoriter yapı, çevresindeki halkın umutlarını kısa sürede yok etti. Arap Baharı döneminde patlak veren gösterilere yönelik şiddet, Esad’ın huzuru sağlama arzusunun aslında mevcut yapı içinde hayal olduğunu gösterdi. Demokrasi ve insan hakları, Suriye’de sadece hayalden ibaret kaldı.

Bugün, 10 milyondan fazla Suriyeli ülkesini terk etmek zorunda kaldı; 4 milyon sığınmacı Türkiye’ye, geri kalanı ise dünyanın farklı köşelerine yerleşti. Bugün Şam ve Halep gibi şehirlerde, halk “Bu yolsuz ve baskıcı rejimden kurtulduk,” diyor. Fakat bu kurtuluş, beraberinde karmaşık ve belirsiz bir durumu getirdi.

Başka Bir Suriye Mümkün Mü?

Suriye, zengin doğal kaynakları, petrolü ve tarihi mirası ile büyük bir potansiyele sahipti. Ancak insan haklarını, liyakatı ön plana çıkaracak bir yönetim anlayışı oluşturulmadı. Demokrasiye geçiş için cesur adımlar atılmadı. Atatürk ve İnönü’nün özverili mücadelesi, Suriye’de uygulanabilseydi, belki de farklı bir Suriye mümkün olabilirdi. O zaman Esad, kendi elleriyle rejimine son verip halkı için onurlu bir yol çizebilirdi. Bugün ise bir başkası onun rejimine son verdi ve Esad, tarihe Saddam veya Kaddafi’nin sonuyla mahkûm olan bir lider olarak geçme riskine girdi.

Esad’ın rejimi, derin istihbarat ağları ve mezhepsel yapılar üzerine kurulmuştu. Nusayriler, Suriye nüfusunun sadece %12’sini oluşturmasına rağmen, Baas rejimi aracılığıyla ülkeyi yönetme kapasitesine sahip oldular. Bu mezhepsel yönetim, halkı ikiye böldü ve baskıyı artırdı. İnsan hakları, demokrasi ve hukuk devleti gibi kavramlar, keyfiyet ve yolsuzlukla yer değiştirdi; lüks araçlarıyla dolup taşan bir grup, halkı nasıl sömürdüklerini göstermekten geri durmadı.

Baskıcı yönetimlerin sonuçları, kaçınılmaz olarak çöküşle sonuçlanmaktadır. Suriye, bunun en acı örneklerinden birisidir. Eğer Esad rejimi insan haklarına ve demokrasiye önem vermiş olsaydı, bugün güçlü ve kalkınmış bir Orta Doğu devleti olabilirdi.

Ancak tarihte “eğer” yoktur. Geride kalan, bir yıkım ve alınması gereken derslerle dolu bir tarih.

İntikam, Hedefler ve Kaos

HTŞ, Suriyelilere daha kapsayıcı ve sağduyulu mesajlar vermeye çalışırken, uluslararası önemli bir konumda yer almak istiyor. Ancak bu olumlu niyetlerin ne kadar gerçekçi olduğu, zamanla belli olacak. Mevcut geçici hükümetin başkanı Muhammed El Beşir’in HTŞ ile ilişkili olması, Suriye’de şeriat temelli bir devlet yapısının oluşturulma sürecini düşündürmekte. Bu durum, muhaliflerin ılımlı duruşunu sorgulatmaktadır.

HTŞ’nin Terör Örgütü Listesinden Çıkarılması

Güç elde edebilmeleri için insan haklarına ve adaleti sunan bir yönetim kurmaları şart. Eğer mezhepçi bir anlayış yerine toplumun bütün kesimlerini kucaklayan bir yapı inşa edebilirlerse, uluslararası arenada destek görebilirler. ABD ve BM, bunun sonucunda HTŞ’yi terör örgütü listesinden çıkartma baskısı hissedebilir.

Ancak bu hedefe ulaşmak kolay olmayacak. Suriye yönetimine el koyan muhalif gruplar arasında tam 36 farklı grup yer alıyor ve bu grupların ortak bir yönetim oluşturması büyük bir zorluk. Irak, Libya ve Afganistan’daki geçiş süreçleri, bu zorlukların gerçekliğini gözler önüne serdi.

İşgal sonrası Irak’ta ortaya çıkan kaos, bugün Suriye için de geçerliliğini koruyor. Saddam’ın düşüşü sonrası oluşan kargaşa ve Esad’a benzer bir akıbetin de Suriye’nin geleceğinde yer alacağı ihtimali, oldukça yüksektir.

Bugün Suriye’nin geleceği parçalanmış bir haritanın işaretlerini taşıyor. Kuzeyde, Fırat’ın doğusunda ABD destekli PYD-PKK kontrolündeki bir Kürt varlığı sürmüş durumda. Bu önemli bölge, petrol, su ve doğal kaynak açısından zengin. Muhalifler bu alanda nasıl bir strateji geliştirecekler acaba? Esad, petrol ve doğalgazını bu bölgeden satın alıyordu. Artık yeni yöneticiler bu kaynakların kontrolünü nasıl sağlayacak? Bu durum çatışmalara dönüşecek mi? Suriye, istikrarsızlık içerisindeki bir ülke olmaya mahkûm gibi görünüyor.

Türkiye, kendi kontrolündeki bölgelere dengeler sağlamaya çalışıyor. Lazkiye çevresinde Rusya’nın hakimiyeti söz konusu. Ancak siyasetin temel taşlarından biri olan enerji kaynaklarına dair İsrail’in göz diktiği alanlar mevcut. Bu durum, gelecekte karmaşık uluslararası ilişkiler doğurabilir.

Neticede, Suriye’deki rejim değişikliği 12 günlük bir sorun değil. Son yıllardaki gelişmeler, muhalefet için oldukça büyük bir meydan okuma oluşturuyor. Tarih, bir laboratuvardan geçer gibi benzer sahneleri tekrar sergileyerek dersler vermekte.

Suriye’nin Kalbi: Sünni Yönetim Senaryosu

Kuzeyde bir Nusayri bölgesi oluşturma planları gündemde, bunun yanında Suriye’nin ortasında 36 farklı grubun oluşturduğu bir Sünni yönetim senaryosu dikkat çekiyor. Bu durum, sadece Suriye’nin iç dinamikleriyle sınırlı kalmıyor; aynı zamanda uluslararası güçlerin müdahalesini de gözler önüne seriyor. Silah ve mühimmat ABD’den geliyor; bu, onların stratejilerinin bir parçası.

Gerçek bir halk hareketi yerine, yabancı güçler tarafından yönlendirilen bir çatışma haline gelen Suriye’deki durum, dünya genelinde dikkate alınması gereken bir mesele. Bugün, muhalif gruplar, Nusayri azınlığına karşı Sünni-Hanefi çoğunluğunun desteğini alarak güçlenmeye çalışıyor. Suriye halkı bu durumu destekliyor. Dolayısıyla, tarihi bir devrim yaşanıyor gibi görünüyor.

Suriye’nin geleceği belirsiz. Ancak belirsizlik ortamında demokrasi ve insan haklarına dayanan bir yapı oluşturmak mümkün mü? Irak, Libya ve Afganistan gibi deneyimlerin derslerini alarak, yeni bir düzen inşa edilebilir mi? Geçmiş hataları tekrarlamadan, birçok kesimi temsil eden bir yönetim kurulabilenebilir mi? Bu soruların çözümü büyük önem taşımaktadır.

Bugün HTŞ ve diğer muhalif gruplar için tarihsel bir fırsat söz konusu. Eğer bu gruplar, adalet ve insan hakları ile güçlü olmanın önemini kanıtlayabilirlerse, Suriye’nin geleceği bambaşka bir hal alabilir. Aksi takdirde, bölünmüş ve kaosa sürüklenen bir ülkenin kaderi ile yüzleşmeye devam edecekler.

***

Suriye’de muhalefet, devletleşme yolunda ilerliyor gibi görünse de, karanlık ve dikenli bir yolda bulunuyorlar. Suriye, etnik ve mezhepsel çatışmaların kurbanı olmadan “Suriyelilik” kimliğinde birleşebilir mi? Bağımsız bir devlet kurmak için bir araya gelebilirler mi? Yoksa koalisyon, federasyon ya da parçalanmış yapılar mı ülkenin geleceğini belirleyecek? Zamanla bunların yanıtı ortaya çıkacaktır.

Esad’ın düşüşü, büyük oranda destekçilerinin geri çekilmesinin bir sonucu olarak değerlendiriliyor. Rusya, Ukrayna’daki çıkarları nedeniyle Suriye’deki desteklerini azalttı. Bazı senaryolara göre, Rusya, Lazkiye üzerindeki kontrolünü sürdürmek için ABD ile uzlaşmaya varmış ve Esad’ı gözden çıkarmıştır. İran ise zorlu bir dönemden geçiyor; zayıflayan etkisi, önemli liderlerinin kaybıyla daha da belirginleşti.

Ulus devlete olan inanç sarsıldığı günümüzde, İran’ın kendi içindeki geleceği sorgulanır duruma gelmiş durumda. Suriye’deki belirsizlik, kendisini işgal etmek isteyen güçler tarafından şekillendiriliyor ve bu durum, Türkiye’nin geleceği için hayati bir sınav niteliği taşıyor.

***

Bugün Suriye’deki en güçlü grup HTŞ olsa da, bu güç ülkeyi birleştirmek için yeterli olacak mı? Yoksa Suriye, daha karanlık bir geleceğe sürüklenecek mi? Bu durum, yalnızca Suriyeliler değil, aynı zamanda uluslararası aktörler tarafından yönlendirilecek bir süreç. Suriye’deki insan hakları ve demokrasi mücadelesi, belirsizliklerle dolu bir geleceğe yön verebilir.

Bu coğrafyada umutların kırılganlığı, tarih boyunca pek çok kez gözler önüne serilmiştir.

Türkiye’nin Rolü: Fırsat mı Tuzak mı?

Suriye’deki gelişmeler, Türkiye için farklı fırsatlar ve tuzaklar barındırıyor. Halep ve Şam’daki durum, Türkiye için zafer işareti gibi yorumlanıyor. Ancak, ABD’nin PYD’yi himaye etme çabaları, Rusya’nın ve İran’ın stratejik hamleleri, Türkiye’yi karmaşık bir duruma sürüklüyor.

Türkiye’nin muhaliflerle iş birliği yaparak bu süreçteki stratejisini güçlendirmesi mümkün. Her ne kadar zafere dair söylemler bulunsa da, Suriye’deki belirsizlikler Türkiye’nin dış politikasında önemli değişiklikler gerektiriyor.

Ayrıca, Suriye’den Türkiye’ye gelen 4-5 milyon Suriyeli sığınmacının durumu da karmaşık bir mesele. Yeni kimlikler oluşturduklarından, geri dönme güdüsü düşük görünüyor ve bu durum Türkiye’nin toplumsal dengesini etkilemeye devam edecek.

Uzmanlar, Suriyelilerin kimliklerinin korunmasının sınır güvenliği açısından tehlikeli olduğunu belirtiyor. Esad korkusunun ortadan kalkmasının ardından bu kişilere yönelik kimliklerin geri alınması gerekliliği tartışılıyor.

Esad’ın gidişi, Türkiye’nin sınır politikalarında da değişiklik gerektiriyor. Artık sınırları yönetmek yerine, ABD ve PYD’nin varlığı ile karşı karşıya kalmış durumda. Bu durum, hem güvenlik hem de dış politika açısından kritik bir meseledir.

Esad’ın güçsüzleşmesi Türkiye’ye masa başında avantaj sağlayabilirdi. Ancak yeni belirsizlik, Türkiye’yi daha zorlu bir duruma sürüklüyor.

Türkiye’nin kısa, orta ve uzun vadede stratejik planlarını oluşturması önemli. Suriye’nin mevcut durumu, sadece bölgesel değil, küresel ilişkileri de şekillendirecek önemli bir sınav niteliği taşımaktadır. Ankara, bu süreci sağlıklı bir şekilde yönetmek zorundadır.

Sonuç itibarıyla, belirsiz bir süreç içinde zafer mi yoksa tuzak mı ile karşı karşıyayız. Türkiye’nin bu dönemi başarıyla geçirmesi, sadece kendi çıkarları açısından değil, bölgesel istikrar için de kritik önem taşımaktadır.

Sadık ÇELİK

[email protected]

“`

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir